DÜŞÜNCE GÜCÜYLE İSTEKLERİMİZİ HAYATIMIZA NASIL ÇEKERİZ?
Burada kuantum felsefesinden söz edeceğim. Kuantum kelimesinin anlamı nedir? Biz okulda klasik fizik gördük. Ne gördük? Atom parçalandı elektron, nötron, protona ayrıldı. Biz burada fiziği bıraktık, ama fizik devam etti.
Ne oldu sonra? Bilim adamları iki protonu çok yüksek bir hızla çarpıştırdılar. Niye? İki küçük şeyi, Cam bardakları gibi çok şiddetli olarak çarpıştırdılar ve en küçük parçacıklara ayrıldılar. Adına kuark ya da kuant dediler. Bu kelimeler Latince olup anlamı parçacıktır. İşte bu parçacıkları inceleyen bilim dalına da kuantum fiziği deniyor.
Kuantum fiziğinden bu felsefe acaba nasıl ortaya çıkıyor?
Bilim adamları bir bardak suyla deney yapıyorlar. Otomatik bir düzenekte bir deney yapıp defalarca tekrarlıyorlar. Her defasında sonuç başka çıkıyor. Deney, gözlemcinin gözlemi altında yapılınca deneyin sonucu başka çıkıyor; otomatik düzenekte kimse bakmadan yapılınca deneyin sonucu başka çıkıyor. Deney sonuçlarında gözlemci etkisi olduğunu anlıyorlar. Bakan kişiden çıkan düşünce dalgaları, deneyin sonucunu değiştiriyor.
Bizden çıkıp yayılan ve deneyi etkileyen şey nedir? Düşünce dalgalarıdır. Her bir düşüncenin farklı bir frekansı vardır. İnsanın yaydığı o frekansa göre deney sonucu değişiyor.
Günde zihnimizden geçen düşüncelerin, ortalama 60 ila 90 bin olduğu söyleniyor. Biz bu düşüncelerle atom altı düzeyde, canlı ve cansız her şeyi etkiliyoruz, başka bir deyişle değiştiriyoruz. Yani baktığımız şeye düşük frekansla bakınca başka, yüksek frekansla bakınca başka türlü sonuç alıyoruz.
Sabah aynaya bakınca neler düşünüyoruz. “Bu gün kötü görünüyorum, yaşlandık” diyoruz. Farkında olmadan bizden yayılan dalgalar yine, bize çarpıp bizi etkileyebiliyor.
Bizim hayatımızı hangi noktalarda nasıl etkiliyor.
Biz günde 60 veya 90 bin düşünce dalgası açtık değil mi? Bu düşüncelerin de her birinin farklı dalgası var. Etrafımızda yayılan dalgaların frekansı 3-5-7 olabilir. Kuantum fizikçilere göre, bu düşünce dalgalarının her biri, bir düşünce paketidir.
1980’ler ve doksanlarda, alanla ilgilenen bilim adamları “Boşluğun da bir enerji dalgası var” dedi. O yıllardaki ölçümlerde, boşluğun bu rezonansı 4-5-6 civarındaydı. Fakat son zamanlarda bu rezonansın 12’ye çıktığı söyleniyor.
Kıyamet kopacak denen zamanlar oldu. Kıyamet kopmayacak. Sadece bu boşluğun titreşimi çok arttı. Bu boşluğun frekansı çok artınca eğer bu titreşimle uyum sağlayamazsak, bazı sıkıntılar yaşayabiliriz. Ben o günlerde, olanlara için “Dünya bağırsaklarını temizliyor” diye yorumlamıştım.
Olan şudur: Bu boşluğun rezonansı da sürekli arttığı için, biz boşlukta yürürken bir nevi istasyon görevi görüyoruz; yani hem alıcı hem verici sinyaller veriyoruz ve tekrar almaya devam ederek yürüyoruz. Bizim yaydığımız dalgalarla, bu boşluğun dalgaları, farklı noktalarda sürekli çarpışma halindeler.
Peki, boşluğun ve bizim dalgalarımız çarpıştığında ne oluyor?
İşte her gün başımıza gelenler bu çarpışma noktalarında şekilleniyor. Neye göre şekilleniyor? Fizikte çok basit bir yasa var. ÇEKİM YASASI. Çekim yasasına göre şekilleniyor.
Bu yasa “Benzer enerji, benzer enerjiyi çeker” diyor. Sabah kelebekler gibi neşeli kalkıp dışarı çıktınız. Schumann rezonansıyla , başka bir anlatımla dünyanın kalp atışıyla bir uyum içindeyiz. Onunla zaten uyum içinde olduğumuz için her şey yolunda gider.
Siz keyifli kalksanız bile o gün bir şeye kızdınız, tartıştınız ya da üzücü bir telefon geldi. Enerjiniz 2-3’e düştü. İşte o frekansa düştüyse, bu boşluğu bir hava gibi düşünürsek, onun en alt seviyesine düşmüş oluyoruz. Dolayısı ile o gün, her gün kolay gittiğiniz yolda trafikle karşılaşırsınız; o gün beklediğiniz para gelmez; istediğiniz anlaşmayı yapamazsınız.
O gün ayağımıza taş değse, bunun nedeni; o anda yaydığımız enerjiye, boşluktaki veya evrendeki bu rezonansın, geri cevap vermesidir.
Örnek: Geçmişte Adana’da balkonda annemle oturuyoruz. Keyifli bir şekilde sohbet ederken aşağıda yaşlı bir teyze gördük. Çok keyifsiz yürüyordu. Nerdeyse balkondan seslenip “Teyze gel bir çay kahve içelim” diyecektim, diyemedim. Yaklaşık birkaç dakika sonra ani bir fren sesi duyup aşağı baktım. Teyze caddede yere düşmüş yatıyordu. Neyse ki ölümcül bir kaza değildi. Bir kolu kırılmıştı. Ben zaten o yürüyüşünden yaydığı dalgaları anlamıştım.
Ya sırtında ağır yük taşıyordu, ya “Öyle bir şey olsa da, insanlar benim kıymetimi anlasa” diyordu. İnsanlar hasta olunca bile, bilinçaltından yardım çığlıkları atarlar. Aslında “Ben buradayım, ben önemliyim, beni sevin” der.
Konuya gelecek olursak bu boşluk çekim yasası gereği, bizim yaydığımız her enerjiye cevap verir. Bu anlamda eğer siz düşük frekansla yola çıktıysanız, halk değimiyle “Gün nasıl başlarsa, akşam öyle olur“ veya “Tekerlek ters dönmeye dursun, bütün aksilikler gelip beni bulur” anlamında bir sonuç alırız.
Aslında olan şudur: Enerjiniz düşmüşse, var olan rezonansla çarpışma halindesiniz, bu enerjinize geri dönüşler alıyorsunuz. Çünkü benzer enerji benzer enerjiyi çekiyor.
Peki, bu düşünceleri nasıl engelleyeceğiz?
Bu düşünceler nereden geliyor?
Şu gördüğünüz boşluğu sembolize etmek için, bir yuvarlak daire çizelim. Buraya kuantum birleşik alanı ya da alan diyorlar. Suzanna Tamaro gibi yazarlar “düşünce ırmağı” diyor. Bazı felsefeciler “kolektif bilinç” ya da “evrensel bilinçaltı” diyorlar.
Bilinçaltına girmek, onu temizlemek çok zor diyorlar. Bilinçaltı nedir? İşte şu gördüğünüz boşlukta bilinçaltınız da vardır. Bilinçaltı aşağıda kapalı bir kutu değildir. Şu boşluğun içinde her ne varsa, onda da var. Dolayısı ile biz bilinçaltımızı bu boşluğa atıyoruz, bu boşluktan da geri çekiyoruz. Bu boşluğun farklı yerlerinde Ahmet, Mehmet, Fatma, Ayşe var.
Bir saat önce ne düşündüğümüz bilmediğimiz gibi, on dakika sonra ne düşüneceğimizi de bilmiyoruz. Zihin her an, nerden ne şekilde geldiğini bilmediği bir bombardıman altındadır. İşte bu düşünceler bize bu boşluktan geliyor.
Ayşe sabah kalkınca eşiyle tartıştı. “Bu adam böyle sorumsuz davranmaya devam ederse ne olacak bilmiyorum” dedi. Onun gibi o kadar insan bu boşluğa böyle düşünceleri atmış ki, orası zaten şişmiş, dolu! Ve bizler her gün bu boşluğun içinden, yani bu enerji alanının içinden yürüyerek geçiyoruz. Hani bazen “içim sıkılıyor”, “kendimi kötü hissediyorum” diyoruz ya; işte sebebi bu boşluğun düşük enerji frekanslarıyla dolu olmasıdır. Büyük kentlerde bu düşük frekans biraz daha yoğundur. Güzel doğanın olduğu yerlerde bu yoğunluk daha azdır. O nedenle doğaya gidince, kendimizi zaten daha iyi hissederiz.
Ayşe bu düşünceyi attığında çekim yasası gereği benzer enerji benzer enerjiyi çekerse ne oluyor? Oradan düşük 2 frekansında cevap geliyor. “E boşan o zaman, bu böyle gidecek, ya da hasta olacaksın”.
Siz kötü bir şey düşününce birden bire iyi bir şey düşünemezsiniz. Çünkü boşluk içinde en düşük frekanstasınızdır. Bu boşlukta Fatma’nın da bir enerjisi var. Bir tahlil yaptırdı ve “Ya bunun sonucu kötü çıkarsa” diye düşündü. Bu durumda gene en düşük enerji olan 2 enerji alanında duruyor. Bu alanın büyük kısmı, nerdeyse yüzde 95’i negatif enerjiyle doludur. Buradan cevap geliyor. “Eyvah, sonuç kötü gelirse sen ne yapacaksın? Sağlığın kaybolursa neler olur?” Kafasında bir takım senaryolar kurmaya başlıyor.
Buradaki Ahmet beyin işletmesi var; ama o gün maaş ödeyecek parası yok. “Ne yapacağım” diye boşluğa bu düşük frekansını attığında, bu boşluktan kendisine şöyle bir cümle düşüyor. “Ee, yakında iflas edersin o zaman”. Çünkü Boşluk “Hayat çok zor, ekmek aslanın ağzında, kimseye güven olmaz” gibi, binlerce düşünceyle dolu.
Bir gün bir öğretmen bir arkadaşım geldi. Gelir gelmez okul öğrenci ve arkadaşlarından şikâyet etmeğe başladı. “Şu anda bu apartmandaki herkesin, karşı apartmandaki herkesin negatif enerji attığı bu boşluğa düştü. Bu boşluk zaten aşağıdaki negatif toplarını atacak kurban arıyordu. Ve sen şikâyet ettikçe, buradan negatif topları almaya devam ediyorsun. Onun için “Şimdiye gel ve dışarıda güzel bir yağmur var; birlikte kahve içelim” dedim.
Bu boşlukta sadece düşük frekanslara mı var?
Hayır. Yukarısında yüzde beş gibi bir oranda sevgi, neşe, barış, uyum gibi aslında yüksek frekanslı düşünceler de geziyor. Fakat oraya ulaşabilmek için, sizin zihninize gelen düşüncelere karşı farkındalığınızın olması gerekiyor. Yani zihninizde “evet” gibi bir şey olması gerekiyor ki, o düşünce daha gelirken sizi nereye getireceğini ve hangi duyguya sürükleyeceğini, bilmeniz gerekiyor. Bunu bildiğiniz zaman ki, biz buna farkındalık diyoruz. Hemen o düşünceyi daha gelirken “iptal” demek şansımız doğar. Nasıl?
Bu boşlukta Serpil var. Serpilin aklına negatif düşünce gelmiyor mu? Gelir. Zaman, zaman moralini bozacak olaylar olur, TV’de bir an için negatif şeyler izler. Bu negatif düşünceler ona da gelir. Fakat biliyor ki bu düşünceler bir süre sonra onda duygu kaybı yaşatacak. Çünkü önce düşünürüz, sonra o düşünceler bizde bir duygu yaratır.
Mesela, Zeynep Hanım evde eşini bekliyor. Gecikince arıyor. Telefon kapalı. Önce başına bir şey mi geldi diye düşünür. Biraz sonra telefon niye kapalı diye düşündükçe sinirleniyor; hatta biraz belki kıskanıyor. Bütün bunlar, o düşüncenin ardından doğan duygulardır. Düşünce gelir geçer, ama duygu izde kalır.
Hatta bazen sabah canımızı sıkan bir olay olur, sonra unuturuz. Akşama kadar moralimiz bozuk olur. Niye moralim bozuk, diye düşününce sabah olan olaydan dolayı olduğunu hatırlarız. Düşünce çoktan uçup gittiği halde, duygu izleri bize kalmıştır.
Eğer, ben o negatif düşüncenin birkaç saniye sonra beni negatif bir duyguya sürükleyeceğini bilsem ne yaparım? Geldiği anda İPTAL derim. İPTAL kelimesi o negatif düşüncenin enerjisini o anda keser. Yani bende bir duygu kaydı yapmasına izin vermez. O enerjiyi kesince biraz daha yukarıya çıkarım.
Yıllardır kuantumla uğraşan biri olarak söylüyorum: Düşünceler benim hazinemdir. Benim bu dünyadaki tek görevim, bu düşüncelerin kalitesini yükseltmektir. Çünkü düşüncelerim kendimi iyi ya da kötü hissetmeme neden olur. O zaman ben sürekli yükseklik peşinde gezmeliyim.
Hepimizin kendine ait bir titreşimi vardır. Sabah kalktığımızda nötr titreşim seviyesinde oluruz. Gün içinde iniş çıkışlar yaşarız. Bazı insanlar pozitif ve olumlu; bazıları negatif ve olumsuzdur. Bu o insanların titreşim seviyeleri ile ilgilidir. Bağlı bulundukları alan negatif olduğu için, zaten oraya da kitlenmiş oldukları için, bu nötr seviyeden devam ederler.
Peki, ne yapsak şuradan kendimizi taca atsak?
Dünyanın bir noktasında bir bilim adamı bir buluş yaptığında, aynı buluşu dünyanın öbür ucundaki Japon bilim adamının da bulduğu açıklanır.
Ben bir şiir yazıyorum, ya da aklıma çok güzel bir düşünce geliyor. Fakat bir yerde ona çok benzeyen bir dizeyle karşılaşıyorum. Demek ki ikimiz de boşluktaki yüksek frekanslı aynı yerden almışız. Yüzde beşlik dediğimiz ilhamın geldiği alan, aynı zamanda ilhamın da geldi alandır. Bu alan şairler, yazarlar, ressamların beslendiği alandır. Onlar biraz daha yüksek titreşime sahip oldukları için, oradan daha fazla yayın alma şansına sahiptirler.
Bu alan aynı zamanda telepatinin de geldiği alandır. Bir ana makineden, bir sörverden, bir dizüstü bilgisayarın birbirine bağlı çalışması gibi, bu alanda da herkes her şey birbirine bağlı çalışır. Bu ağdan ayrı bir şey yapamazsınız. Bu bağlantılarda olduğu gibi, bu bağlantı nedeniyle bu alan telepatiye de açık alandır.
Telepati nedir?
Ben bir arkadaşımı düşünürüm. Benim düşüncem benden hızlı gider ve benden önce buraya gelir. Bu boşluk ortak kullandığımız alan olduğu için, o arkadaşı yakalar. O arkadaş da “Acaba Serpil ne yapıyor” diye düşünür. O anda birimiz diğerini bir nevi dürteriz. Biri telefon eder, öbürü “Şimdi aklımdan geçmiştin, kalp kalbe karşıymış” der. Düşünce bizden hızlı gider.
Biz istesek istediğimiz kişinin bilinçaltına da gireriz. Hatta daha ilginci; zihnimizden geçen düşüncelerin hepsi size ait değildir. Bazıları dışarıdan gelir, hemen en yakınımızdaki insanlardan da düşünce çekeriz. Eğer farkındalığımız yüksekse, bunu fark ettiğimiz zamanlar olur. “A, bu düşünce bana ait değil, nereden geldi” deriz.
Bir gün caddedeki bir kafede otururken kaç yıldır görmediğim bir arkadaşım aklıma geldi. “Ya buralarda, ya bana telefon açacak” dedim. Kafeden çıkınca yüz metre ilerdeki köşe başında karşılaştım. Oysa o Adana’da yaşıyordu. “Ben buraya taşındım, burada çalışmaya başladım hatta biraz önce seninle senin de buralarda oturduğunu bildiğim için seni aramayı düşündüm” dedi. Avustralya’daki bir kuşla Afrika’daki bir kuşun aynı davranışı göstermesi de aynı sebepledir. Çünkü canlı cansız hepimizin bağlı olduğu alan budur. Kutsal kitaplarda veya spritüel kitaplarda sözü geçen Evrensel bilinçaltı da, felsefedeki kolektif bilinçaltı da budur. Kolektif bilinçaltı ortak bilinç, hepimizin bağlı olduğu alandır. Dolayısı ile ben düşüncelerimin bu alandan geldiğini ve tekrar bu alana geri attığımı bilirsem, yavaş yavaş o düşüncelerin köküne doğru ilerlemiş olurum.
Peki, daha sonra ne oluyor?
Düşünceler beyinde nasıl hareket ediyor?
Beyin
Beynimizde 10 trilyon nöron vardır. Düşünce dışarıdan gelir. Sesi, kokuyu göremediğimiz gibi, düşünceyi de göremeyiz. Burun koku, kulak ses enerjisine adapte olduğu için bir şekilde onları algılıyoruz.
Neticede bizler maddenin frekansının düşürülmüş en kaba hali, yani katı haliyiz. Ben katı olduğum için, bu duvarı görebilirim, çünkü bu da katı bir şeydir. Bu duvardan suyu veya ışığı geçirebilirim; çünkü onlar çözünürlüğü daha ince bir şeydir.
Dolayısı ile düşünceyi de göremem, ama gözümün kenarında bir ışık çaktırırsa, o anda görebilirim. O anda bir düşünce gelir, kafatasımı, kemiklerimi deler bir giriş yapar. Girdikten sonra ne yapar? Beyindeki iki nöronu birbirine bağlar. Her bir düşünce hissettiğinde iki nöron birbirine bağlanır. İki düşünce birbirine bağlandığında buna sınaps diyoruz.
Biz aynı düşünceyi tekrar, tekrar düşünürsek ne olur?
Aynı düşünceyi tekrarlarsak, kemikleşir, kalınlaşır inanç haline gelir. Biz eski inançlarımızın yanında yeni inançlar da oluştururuz. “Arka arkaya aynı şeyi tekrarlıyorsak, dikkat et inanç oluşmak üzeresin”.
Sen eğer nöronları yanlış bağladıysan en büyük sıkıntı burada başlıyor. Niye? Varsayalım o kadar çok tekrarlarla “İnsanlara güven olmaz, para zor kazanılır ya da hayat zor” düşüncesini bağladık. Ana yoldan defalarca geçtik. Bizde artık yeni bir inanç oluştu. İnanç oluştuktan sonra ne oluyor? Bu şekilde birçok inanç arapsaçı gibi birbirine bağlanıyor.
“Aşk hakkında ne düşünüyorsun”
Soru beyninde aşkla ilgili neronları harekete geçiriyor, bir ateşleme yapıyor. “Aşka inanmıyorum, aşk zaten yok, başlasa da biter” gibi bu konuyla ilgili inançları peş peşe anlatmaya başlıyoruz.
Parayla ilgili ne düşünüyorsun?
Bu defa para ilgili yeri tetikliyoruz. “Para kazanan hak yoldan kazanmaz, ben para kazanamam, para beni sevmiyor, para insanı bozar, para dostluğu bozar” gibi bütün inançları ortaya döküyoruz.
Biz sürekli dışarıya dalgalar yayıyoruz. Bu dalgaların büyük bir kısmı bu inançlardan çıkıyor. Dışarıya negatif düşünce dalgaları atıyorsak, neron bağlantılarının enerji değeri en fazla 2-3 frekansında oluyor; yani 7-8 olmuyor. Bu frekansın 2-3 olması da mesele değil; ama benzer enerji benzer enerjiyi çağırdığı için, buradan dağılan dalgalar, negatif şeyleri hayatımıza çağırıyorlar.
Biz ne diyoruz? Ben NLP uzmanıyım. Hadi gel sana yeniden bir zihin oluşturalım. Ne yapalım? Sen yanlış bağlantılar yapmışsın, negatif inançların var. Yeni inançlara yol açalım. Bunu buna bağlayalım ama bu şu olsun. Buradan kullanılmayan tali kalmış bir nörona yeni bir yol açalım.
Şimdi “Hayata güveniyorum, insanlara güveniyorum, benim karşıma da hep güvenilir insanlar çıkar” gibi olumlu cümleler kuralım. “Para iyi bir araçtır, iyi kullanıldığında da çok hayırlı şeylere sebep olur. Parayı seviyorum”. Bu şekilde yeni inançlar kuralım.
Amacımız ne?
Eğer ben yeni olumlu inançlar kurarsam bu sefer bu frekanstan yayın yapmaya başlarım.
Bu yeni inançlar hemen birbirine bağlanır mı? 21 günde bağlanır. Bilim adamları bir şeyin bizde alışkanlık yaratması için 21 gün gerekli olduğunu söylüyor. Ben biraz sağlamcı olduğum için bir ay çalışın derim. Ben yeni bir inanca geçtiğimde 21 gün boyunca aynı şeyleri tekrarlayarak bilinçaltına indirmeye çalışırım.
Neonlar birbirine bağlanırken, yılbaşı ağacındaki ışıklandırmada ışığın bir daldan bir dala gitmesi gibi, düşünürken beyinde olan işlem aynen böyledir. Daldan dala ışıklar yürür.
Ben de 21 gün boyunca yeni nöronları bağlarsam yeni bir inanç oluşturmuş olurum. Dolayısı ile eskiyi kopartmış olurum. Gözleriniz kapatıp o negatif inancımızı bir makasla kestiğimizi hayal edin. Bir nöronun diğerine bağlanıp güçlü bir şekilde birleşmesi için 21 gün gerekmektedir.
Bununla ilgili bir örnek vereyim. Mesela elinizde bir makas var. Makas nerde? Varsayalım yatak odasındaki çekmecede. Yatak odasındaki makası salondaki çekmeceye getirdiğinizde, bir hafta ayağınız tekrar yatak odasına gider. İkinci hafta koridorda kalırsınız. Ancak üçüncü haftada makası almak için salona gidersiniz.
Beynin yapısını anlattık. Düşüncelerin nerden geldiğini de anlattık. Şimdi düşüncelerin biraz daha içine girelim. KUANTUM GÜCÜ kitabımın 250. sayfasında bunları daha detaylı anlattım.
Diyorlar ki “Olumlu şeyler istiyoruz. İsteklerimiz bazen olmuyor; bazen oluyor, ama çok geç oluyor diyorlar. Benim isteklerim niye olmuyor?” Bu en büyük soru oluyor.
Zihnimize atılan her düşünceyi bir balon gibi düşünelim. İyi şeyler düşündüğümüzde beyaz, kötü şeyler düşündüğümüzde siyah balonlar atıyoruz.
Örnek: Ayşe’nin arkadaşı Ahmet onunla evlenmek istiyor. Ayşe’nin bunu istemesi beyaz toptur. Ayşe bir yandan da “Ya beni terk ederse, ya ayrılırsa, ya yalnız kalırsam, ya beni sevmekten vazgeçerse” diye düşünüyor. Ne oluyor? Burada siyah toplar atıyor.
Mehmet üniversite sınavına hazırlanıyor. “Sınavı kazanmam lazım, kazanacağıma inanıyorum” deyip beyaz top atıyor. Sonra ne oluyor? En yakın arkadaşı ya da kuzeni kazanamamış. “Ya ben de kazanamazsam” diyor. “Kazanamazsam anne-babam dershaneye gönderip masraf yapacak, tekrar çalışma düzeni başlayacak” diyerek korkuları ile ilgili siyah toplar atmaya başlıyor.
Fatma Hanım “Ben sıhhatli olmak istiyorum bunun için beslenmeme dikkat etmem gerekiyor” diyor. “Ama ailemde şeker hastası çok o yüzden ben de şeker hastası oluyorum diye korkuyorum” diyor. Siyah toplar atıyor.
Mehmet “İş yeri açacağım” diyor. “Ama geçmişte babam iflas etti. Olur, mu, olmaz mı bilmiyorum” diyor. Gene siyah top attı. Yani benim 60 ila 90 bin düşüncemin bir kısmı beyaz bir kısmı siyah toplar halinde bu boşluğa atılıyor.
Biz şimdi noktasında 90 bin düşüncemizin 50-60 bin tanesini gelecekle ilgili açıyoruz. 20-30 bin tanesini de geçmişle ilgili açıyoruz. Keşke şöyle olmasaydı, şu şöyle olmuştu vs gibi.
Şimdide kalabiliyor muyuz? Kalamıyoruz. En can alıcı nokta: Enerjimiz en yüksek frekansıyla şimdide çalışır. 60-90 bin düşüncenin en kuvvetli olduğu zaman şimdidir. Şimdi dışında bilinen bir geçmiş, bilinen bir gelecek yoktur. Her şey anda olur ve her şey anda önümüze düşer.
En kısa kuantum: Senin attığın siyah ve beyaz topların hepsi olduğu gibi bilinçaltına iner. Bizim en çok istediğimiz şeyler, “Ya olmazsa” diye en çok korktuğumuz şeylerdir. “İnşallah olur, olsa da güzel olur” dediğiniz şeyler daha çabuk olur.
Olmasını çok istediğiniz şeyler olmakta zorlanır. Niye? Bir şey için “Bu benim olmalı” dedikçe ona sımsıkı sarılıyoruz. O zaman aynı anda bir korku enerjisi de akıtıyoruz. İstediğimiz şeyi kaçırma korkusuyla buna sahip olmaya çalışıyoruz. En çok istediklerimiz de “Ya olmazsa” diye korktuğumuz için, elde etmekte zorlanırız. Enerjimiz tek bir yere kanalize olamayıp geçmiş ve geleceğe dağıldığı için, enerji dans edip bir nevi heba olur. Dolayısı ile bir şeyin olmama nedeni, beyaz olumlu topların yanında açtığınız siyah toplardır.
Peki, sonra ne oluyor? Bu alana attığımız toplar olduğu gibi aşağı iniyor. Bilinçaltı bildiğiniz bakkal hesabı yapar. Beyaz top kaç tane: 30 bin; siyah 70 bin. Yani beyazlar ekside kalmış. Bilinçaltının tek bir görevi vardır; Alaattin’in sihirli lambası gibi, her ne istiyorsanız onu sizin önünüze getirmektir.
Biz görüntülerle düşündüğümüz için, görsel düşündüğüm her şey olduğu gibi aşağı iner. Bilinçaltı bu yüzden önemlidir. Çünkü onun kendine özgü bir dili vardır. Mesela; size bir şey düşünmeyin denirse, siz zaten onu düşünürsünüz. Bilinçaltı dilini bilirsek, belki bu topları açmaktan yavaş, yavaş uzaklaşabiliriz.
Aşağı inen düşüncelere, bilinçaltı bakıyor. İyi mi, kötü mü, ahlaklı mı, ahlaksız mı, doğru mu, yanlış mı vs hiç bunlarla ilgilemiyor. Hangisi fazla siyah top, diye direk sayıyor. Siyah top fazlaysa “Demek ki sen hayatında siyah topu daha fazla istiyorsun” diyor. Yani aklı beş yaşındaki çocuk gibi çalışıyor. Siyah topu alıp önümüze getiriyor. “A ben bunu beklemiyordum, niye böyle oldu” diyoruz. Niye olacak; o kadar çok siyah top atmışım ki!
Bu siyah toplar, telefon faturasında en çok aradığımız numaralar gibidir. Onların altını çizelim. Çünkü onlar en çok zihnimizden geçen düşüncelerdir. Farkında olmadan o aranılan numaraya, o düşünceye işlerlik kazandırmış, olma hızını arttırmış oluyoruz.
Bu ne anlama geliyor? İşten çıkarılma korkusu yaşayan bir danışanıma “Sabahtan beri bu düşünce kafandan kaç kere geçti” dedim. Bana gelene kadar çok fazla korku topları atmıştı.
Bazen karşılaştığımız bir durumla ilgili “Ben üç gün önce bunu düşünmüştüm” deriz. Düşündüklerimiz ve buna karşı çağırdığımız şeyler vardır.
Siyah topların büyük bir kısmı geçmişten gelir. Yeni bir gelecek yaratmak için yola çıkarsak, önce geçmişteki siyah topları temizlemek lazımdır. Temizlemezsek, bunlar tek tek önümüze düşerler. Önümüze düşünce ne oluyor? Hayatımız aynı şeylerin tekrarından ibaret oluyor.
Bilinçaltı 0 ile 7 yaş arası bütün kodlamaları bitirir. Eğer bu kodlar yanlış yazılmışsa, oyuncu, dekor, insan, değişse de yaşadığımız olaylar, özünde kökünde aynı kalır. Yanlış kodlarla aynı şeyleri hayatımıza çağırıyoruz. Aslında ileriye doğru gidiyoruz zannederken, ileriye doğru geri adımlara gidiyoruz. Yüzümüzü çevirip çevirip geri gidiyoruz. Yani hayat hep tekrardan ibaret oluyor. Her kim hayatında yeni bir başlangıç yapmak isterse, eski defterleri açıp bakmalı ve şimdi ne yapabileceğine bakmalıdır.
Ben kendi kitabıma bu konularla ilgili 3-5 teknik koydum. Eskiden bu konularda yayın azdı. Bu gün rezonans çok hızlandı. Benim 10 yılda aldığım yolu 10 günde alanlar var. Size pat diye olacak mucize anlatmayacağım. Ama siz bu konuyla ilgili 3-5 aylık bir çalışma yaparsanız, önünüze attığınız siyah topların büyük bir kısmı temizlenecektir. Ondan sonra bir arkadaşınızla karşılaşırsınız, o size bir şey söyler. “Aa, o senin aklına nerden geldi? Benim kalımdan da geçti” dersiniz. Olay şu: Artık siz başka bir yerden yayın alıyorsunuz.
Kuantum her şeyi çağırabilir mi? Sizin anlattığınız kadar kolay mI?
Tasavvufta külli irade denen bir tanrısal irade vardır. Bu kaderdir. Doğduğumuz yeri, aileyi değiştiremeyiz. Ben Adana’da doğdum. Üniversiteyi de orada bitirdim. Bir noktadan sonra farklı bir şehirde yaşama kararı aldım. O dönemde İzmir, İstanbul, Antalya’dan iş teklifi vardı. İşte özgür irade burada devreye giriyor. Kuantum da burada başlıyor.
Eskiden bir hedef koyar, oraya gitmek için kilitlenir yola çıkardık. Gözümüzde bir bağla sapa sola çarpa, çarpa giderdik. Kuantum diyor ki, bağı at, gözünü aç hedefe doğru dümdüz git. Artık gözün bağlayıp sağa sola çarpmana gerek yok.
Ben kendim İstanbul’u seçtim. Bir basamak yukarı atladım. Yukarda da gene yeni bir kader oluşuyor. Gene fırsatlar ve seçimler olup başka alanlara atlıyoruz. Mesela birçok seçenek arasından kitap yazmayı seçiyorum. Kitap yazdığım için başka bir yerden yola devam ediyorum.
Mesela burada Ayşe’nin karşısına Ahmet çıkıyor. Ahmet’le flört edebilir, evlenebilir, sözlenebilir; bir sürü seçeneği var. Bu kakarı kim veriyor. Ayşe. Dolayısı ile bir seçim yapıp başka bir yere geliyor ve oradan devam ediyor.
Hayatı sadece kaderle açıklayamayız. Hayat hepsinin toplamıdır. Hz şems “Kader bize yol sapaklarını verir, gerisini bize bırakır” diyor. Biz bu düşünceleri bilirsek, fazla çukura düşmeden en hayırlısı olanı seçmeye başlarız.
Senin için en hayırlı olanı nerden biliyorsun?
Pozitif düşüncelerle yola çıkıp hayatı ona göre şekillendirmeye başladığımızda, zaten enerjisel olarak iyi şeylerle karşılaşıyoruz. Düşsek de daha yüksek enerjili başka hayata geçebiliyoruz. İnsanlar birbiri ile karşılaşınca, hemen önümüzde küçük benliklerimiz durur ve anlaşmazlıklar da bu egoların çatışmasından doğar. Çünkü bunlar tamamıyla ego-diğer adı şeytan-diğer adı sahte benlik- tarafından yönetilir. Egolarla karşılıklı iletişimde bulunduğumuz için bu egolar çatışır.
Aslında bu bizim özümüzdür, tanrı parçamızdır, Ego nefsi emmare-emreden benliktir. Bunun sesi sert çıkar. “Bu kişinin ayağını kaydır yerine geç. En marka çantayı tak, en marka saati tak” der.
Bu gün iş dünyasında da duygu satılıyor; egoya sesleniliyor. “Sen özelsin: Bu arabaya binersen dünya önünde eğilir” deniyor. Ego tartıştığımız bir arkadaşımız için “Onu affetme, o bunu fazlasıyla hak etti” der. Arkadan ince bir ses “Herkes hata yapar” der, ama onun sesini duymayız.
Bir de nefsi levvame-sorgulayan benlik vardır. Oraya ne zaman çıkarız? Bir cenazeye gittiğimizde, ölen mezara konunca, “Ben bunun için mi bu kadar mücadele ediyorum, şunu yaptım, bunu yaptım” deriz. Bir hasta görünce, bir daha düşünürüz.
Sıkıntı şu ki; ego içimizi ele geçirmiştir. Öz nerdedir? Kenara sıkışmıştır. Ego kötü bir şey midir? Hayır, kontrol altına alınırsa kötü değildir. Egomuz okşanmazsa yol alamayız. Farkındalık yüksekse onun oyununa gelmeyiz.
Ben bir gün bu egoyu kendimde şişerken gördüm. Bir ortamda ben herkes çiçeklerle karşıladı. Hemen havam değişti; havalı havalı yürümeğe başladım. Bunu fark edince iki adım geri attım. Tekrar serpil olarak yürüdüm. Ego sinsisidir. Birine yardım ederken bile “Ben ne iyi bir insanım” diyerek bile bizi yakalar.
Peki, biz ne yapacağız? İçimizi, özümüzü parlatacağız ve egoyu kendi sınırlarına iteceğiz. Bu iki çizgi üst üste gelince ne oluyor? Mevlana’nın “ölmeden önce ölmek” dediği oluyor. Ego aradan çıkıyor, özün neyse o oluyorsun.
Acıkınca “Ben acıktım” diyoruz. Sen diye bir şey yok bedenin acıktı. Ben yoruldum diyorsun, ben yok beden yoruldu. Ego bizde tüm olumsuz duyguları yönetir: Nefret, kin, kızgınlık, suçluluk, başkalarını suçlama, her türlü korkular gibi. Bunların hepsi 2-3 değerli düşük frekanslı düşüncelerdir. Bu düşünceler nereden geliyor? Egodan. Bu düşünceler bizim aşağıda kalmamıza neden oluyor, yani yukarıya çıkamıyoruz. Niye?
Bir bardak suya zeytinyağı karıştırsak ne olur? Bulanır. Bir süre sonra zeytinyağı yukarı çıkar. Yani su şeffaflaşır. İşte negatif duygular benliğimize sızan zeytinyağı dalgaları gibidir. Bunlar enerjimizi sürekli aşağıda tutar. Yani dışarı yaydığım dalgaların kalitesini bunlar belirler.
Bu yüzden neremize bu negatif duygulara sıkışmışsa, bunlardan kurtulmak gerekir. Mesela korku karın bölgesinde yerleşir derler.
Her şeye enerji gözüyle bakınca, bunları anlamak daha kolay hale gelir. Hastalıkların nedeni bile işte bu sıkışan yağ damlalarıdır. Negatif enerji 7 çakranın hangi bölgesine yerleşmişse, orda hastalık yaratır.
Miden problemliyse sen bir şeyleri hazmedemiyorsun, sindiremiyorsun. Boğazında mı sorun var, bir şeyleri ifade edemiyorsun, çok içine atıyorsun. Sırtındaki ağrı gereğinden fazla yük alıp onun altında kaldığını gösteriyor. Hastalıklar tesadüfen başımıza gelmiyor. Bunu başka bir konuda anlatacağım. O noktada çok ilginç şeyler var. Hastalık enerjisi içten geliyor ve enerjimiz düşükse ete kemiğe sıçrıyor. Ondan sonra organlara saldırmaya başlıyor. Her hastalığın altında bir psikolojik neden yatar.
Terapilerde enerjimizi en çok düşüren şeyin korku olduğunu gördüm. Korku cennet kapısının önünde bekleyen en büyük muhafızdır. Korku evrendeki en yüksek enerjilerden birisidir.
Fizik yasalarına göre var olan bir şey yok edilemiyor. Yaratılan şeyin yok edilmesine fizik yasları izin vermiyor; fakat bizim bu yaratılan şeyi dönüştürme imkânımız oluyor. Biz yaratılan şeyi neye dönüştürebiliyoruz? Sevgiye. Evrendeki en büyük enerji SEVGİDİR. Eğer SEVGi frekansına yükselirsek; var olan bütün enerjileri bu sevgi potasında eritebiliyoruz, dönüştürebiliyoruz.
Bilim adamlarını “kuantum doğrusu” dediği bir şey var. Şu anlama geliyor: Senin enerjin-frekansın düşmüşse, o anda kullandığın bilgisayardan tutun telefona, hatta arabana kadar var olan her şeyi etkiliyorsun. Evde çiçekler solabiliyor. Elektronik eşyalar arıza yapıyor.
Yapılan yemeklere bile yansıyor. Eğer var olan her şeye enerji gözüyle bakarsak bunları çok daha net anlarız. Yemek tenceresi katı gibi de görünse bir enerjidir. Biz de bir enerjiyiz. İki enerji etkileşim halindedir. Mesela çok hoşlandığımız birine iyi bir duyguyla, neşeli bir şekilde, yemek yaptığımızda, o yemek güzel olur. Dolayısı ile yaptığımız yemekler dâhil, her şey bizdeki bu enerji frekansından mutlaka nasibini alır.
Düşük frekans yüksek frekanstan beslenir. Neşeli bir günümde bir arkadaşınız gelip şikâyet etmeğe başlar. İyi ki varsın, seni çok seviyorum deyip gider. O gidince bizim eliniz ayağınız tutmaz hale gelir. Bir türlü ne olduğunu anlayamayız. Bizim enerjimiz giden arkadaşımız tarafından sünger gibi çekilmiştir. Onun enerjisi yükseldiği için o mutlu gitmiş, bize hiçbir şey kalmamıştır.
Bu yüzden önce kendi enerjimizi korumayı öğreneceğiz. Böyle bir şey var mı? Var. Her şeyi zihinsel yaratıyorsak, burada bir koruma çemberi yapabiliriz.
Koruma Çemberini nasıl yaparız?
Sabah kalkar kalkmaz etrafımızda ışıktan duman gibi bir çember yapın. O ışığın içinde kendimizi korumaya alalım. O bizim güvenli alanımız olsun. Buraya sevdiklerimizi de alabiliriz. Önünü camla, fermuarla, neyle olursa olsun kapatırız. İstemediğimiz negatif enerji o cama çarparak geri döner.
Düşük frekans yüksek frekanstan beslenir. Sürekli şikâyet eden kişilerle görüşmeyin. En yakınlarımız böyle olabilir. O zaman sabahları koruma çemberi yapmayı alışkanlık haline getirin. Eğer 21 gün etrafımıza koruma çemberi yaparsak, artık o koruma alışkanlık olur. Etrafınızı çevirin ve devamlı bu enerji alanıyla gezmeye başlayın.
Düşük frekans çok çabuk enerjiniz çeker. Hayatımızın her anında bu enerji çekilmelerine maruz kalabiliriz. Çok hızlı bir şekilde birlerine enerji kaptırabilir veya onlardan enerji alabiliriz. Tabii ki, bu durum yakınlarımızın ve dostların bir sıkıntısını dinlemeyeceğiz anlamına gelmiyor. Dinleyeceğiz tabii, ama kendi enerjimizi de koruma altında tutarak dinleyeceğiz.
Gönderilen Mesaj Yok